Perşembe, Mart 24, 2011

paçoz

"çok mutsuzum. ibrahim tatlıses vuruldu. öyle paçoz paçoz çıktım, geldim evden o panikle. ühühühü."

Salı, Mart 22, 2011

kapak*

bir güzel kitap kapağı daha gördüm. hoo hoo hoo !


bu güzel kapak kırmızı kedi yayınevine ait. daha önce de aynı yayınevinden çıkan aslı tohumcu'nun taş uykusu isimli kitabının kapağının beni ne kadar cezbettiğini anlatmıştım burada. kapağı sayesinde hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen bu kitap da ilk görüşte beni cezbesine almayı başardı.

bu arada bu kitabın filmi de mevcutmuş. hatta ki başrolünde gillian anderson oynamış. hani şu x files'ın scully'si. benim ondan da haberim yoktu. hayır, bu kadar şey olurken ben nerede, ne yapıyordum çok merak ediyorum. tevbe estağfirullah !

Pazar, Mart 20, 2011

pazar (L)


günaydın!

bir pazar sabahı. ya da öğleni. ayağa kalkasım yok. uyanalı yaklaşık 3 saat oldu ama yataktan çıkamıyorum. dış dünya ile bağlantım kesik. ve ben böyle mutluyum. keşke filmlerde olduğu gibi bir kahvaltımı yatağıma getirse. böyle tepsinin bir köşesinde çiçek felan. ya da tamam vazgeçtim. allah için biri bir bardak su getirse yeter. fena halde susadım. ölüyorum. lakin mutfağa gidip su içmek için yataktan çıktığımda ayaklarımın altında hissedeceğim soğukluğu düşündükçe vazgeçiyorum her şeyden. "sonuçta insan susuz üç gün, ancak su yerine çişini içtiği takdirde yedi güne kadar yaşayabilir, korkma" diyerek kendimi sakinleştiriyorum.
pazar günleri tv'de izlenebilecek bir şey olmamasından nefret ediyorum. akasya durağı ne ya? çiçek taksiyle büyümüş bir nesil olarak bu ne? neyse. haftaiçi sabahlarında rastladığımız sabahın sedası'ndan, müge anlı'dan hallice.

bugünlerde nedense yine kitap okurken tekliyorum. 120 sayfalık bir kitabı bir haftada bitiremek. oh mon dieu!

Perşembe, Mart 17, 2011

tv.


insanlar bayılıyor galiba itilip kakılmaya, aşağılanmaya. ve tabi bir grup insan da bu rezillikleri ağzı açık seyrediyor. medya patronları da bunu çok iyi biliyorlar ki gözümüze gözümüze sokuyorlar. masterchef isimli bir yemek yarışması başlamış. ben denk gelip izleyemedim henüz. lakin ısrarla fragmanlarına denk geliyorum. jüri üyeleri bir afra bir tafra halindeler. biri diyor vay efendim "ben bunun tatmak zorunda mıyım?". tatmak zorundasın la tabi. jürisin sen, işin bu. bir diğeri başlıyor "yapıcaksın, ediceksin. olmuyosa da oldurucaksın". orda yarışmacılardan biri ağlıyor. bir başkası daha da azarlıyor ağladı diye. yapımcılar da neyin ilgi çektiklerini çok iyi bildiklerinden tanıtımı bu karelerle yapıyorlar. bu nasıl salak saçma bir iştir? bir allahın kulu da çıkıp "höhöhöy, sen kimsin de insanlarla böyle konuşma hakkı buluyorsun kendinde" demiyor. yarışmacılar içlerinden ne küfürler ediyorlardır da, neyse. para var ya sonunda diyeceğim ama ne için olursa olsun katlanılmaz böyle rezilliğe.

yıllar önce kim gitsin isimli bir bilgi yarışması vardı. hatırlarsınız. orada da sunucu kadın yarışmacılara pisliklermiş gibi davranıyordu. çokça reyting yapmıştı tabi bu durumdan ötürü.

sonra ahmet çakar moda oldu bir dönem. ahmet çakar'la şansa bak mıydı adı, neydi? öyle bir şeyler. yarışmacılar soruları bilemedikleri takdirde ağzına geleni söylüyordu adam. o da pek bir sükse yapmıştı kendince.

hasılı kelam, ne çok seviyor insanoğlu azarlanmayı. ve ne çok seviyor aşağılanan birilerini izlemeyi. gerçi ilk kitle parayla doğru orantılı büyük ihtimal. her türlü şebekliğe katlanıyor insanlar üç kuruş için. ama ikinci kitle aman aman. bu tipler aklıma geldikçe kürk mantolu madonna'dan bir kısım gelir aklıma.

"nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz"

galiba öyle.

Salı, Mart 15, 2011

kapak ^^


böyle güzel kapaklar beni cezbediyor. büyüleniyorum. olduğum yere çakılıp saatlerce izliyorum. neden böyle oluyorum?

franny and zooey

bu nasıl güzel bir görüntüdür böyle. ulu manitu aşkına!

Pazartesi, Mart 14, 2011

düşmek


düşene gülünür. bence öyle yani. insanların "düşene gülünmez" konusundaki hassasiyetlerini anlayamıyorum. yani büyük bir zarar söz konusu olmadıkça niye olayı abartıyorsunuz kardeşim. altı üstü düştü. ve komik oldu. ölmedi yani. gülmemek için kendini zor tutarken "ah ah, vah vah" demeye çalışmak daha da komik oluyor bence.

deniz akkaya merdivenlerden düşmüş. düşmemiş yuvarlanmış adeta. şu sıralarda tv'de o geçiyor sürekli. fondaki müzik, korku müziği. dandandandan!! bu ne be? bence oraya salako'nun müziği felan konmalıydı. rahat olun azizim. ben başkasını geçtim kendim düşünce bile yarım saat gülüyorum. be cool!

dipnot: dişim ağrımaya devam ediyor. dayanamıyorum.

Pazar, Mart 13, 2011

diş-

deli gibi diş ağrısı çekiyorum.
sol yanağım, sağ yanağıma göre daha büyük artık.
sola çekiyorum.
lanet.

fuaraltından notlar


son iki haftadır fuar zamanı idi bu topraklarda. daha önce duyurusunu yaptığım 9. kitap fuarı bugün sona erdi. bu sene öyle abuk bir zamana geldi ki fuar, kendi kendini bitirdi adeta. havanın insanın dötünü dondurduğu günlerde haliyle kimse kitap düşünememiş ki güneşin kendini göstermesiyle birlikte ısınan dötler kendini fuar alanına atmış. adım atılacak yer yoktu salonlarda.

aslında bu sene, son güne dek gitmemin tek sebebi havanın soğuk oluşu değildi. bursa fuarı anlayamadığım bir şekilde fiyat konusunda piyasayla aynı. yani fuara gidip ucuz kitap alayım gibi bir durum asla söz konusu değil. ha tabi dandik birtakım kitapları 5 liradan 3 liraya indirmişler, haklarını yemeyeyim. ama esas alıncak kitaplar piyasayla aynı. yamulmuyorsam sadece can yayınlarında %20 gibi bir indirim vardı ki o da internetteki satış fiyatına denk geliyor zaten kitabın.

hasılı bu yıl gitmemek için çok direndim. lakin yine dayanamadım. kalktım gittim. fuar alanına gelene dek trafikte çekilen çileye değinmek bile istemiyorum. ama fuar salonuna değinmeden geçmiyeyim. o nasıl bir kalabalıktır? o nasıl bir kargaşadır? aman. fuardan çıkış ayrı bir dert. otobüs bulmak ayrı bir dert. belediyenin koyduğu servisler nerede idiler, hala merak diyorum. neyse işte. gittim, geldim. hiç bir şey değişmemiş, gördüm. ha, bir de haklarında hiçbir şey bilmediğim 3 adet kitap aldım. umarım iyidirler.

Salı, Mart 08, 2011

rastgele


selam.
ne haber?

uzun süredir internet yüzü göremediğimden mütevellit şu an çok mutluyum, çoşkuluyum, on kaplan gücündeyim. o nedenle mazur görün beni. bahsetmek istediğim pek bir şey yok esasen şu an. neyse.

bugünlerde pek bir yoğunum efem. yoo yoo, hayır. düşündüğünüz gibi değil. bizim holdingde yönetim kurulu başkanlığına felan getirilmedim henüz. amma velakin spora başladım azizim. baktım ki bir ortama girmeye kaltığımda göbeğim benden önce keşif turuna çıkıyor, hemen gidip kaydoldum salona. sizin için sıradan gibi görünebilir ama benim gibi susadığında su alıp içmeye üşenen bir insan için oldukça büyük bir adım bu, belirteyim. bazı arkadaşlarım bu spor aşkımın pek uzun sürmeyeceği görüşünde lakin olsun. kendimi zorluyorum. ben de biliyorum biraz fazla maymun iştahlı olduğumu ama neyse şimdilik bir sorun yok. haftanın 6 günü salondayım. oha!

okula gelince. her zamanki monotonluğunda. 17 kredi dersim var. geçen dönemleri düşününce son derece relax bir ortam. hatta öyle ki dönem başında gizli inek olmayı düşünüp alttan üstten ders alıp ganomu tavan yapacaktım ama tahmin ettiğiniz gibi üşendim. böyle iyi.

laptop hala yok. içindeki her şey gitti. fotoğraflar, şarkılar. oysa ki muhteşem bir arşiv yapmıştım. lanet gitsin.

oda'yı okuyorum bu sıralar. dışarıdan bakıldığında tam bir amerikan hikayesi gerçi. ama üslup beklediğimden de güzel. ben sevdim.
son olarak belirtmek istediğim bir şey var. kadınlar günü temalı bir reklam dönüyor kanallarda şu günlerde. kadınlar olmasaydı kadınlar günü'nün bir anlamı olmazdı gibi bir şey slogan. ben böyle saçma salak bir şey duymadım.

adios amigos.

Pazar, Mart 06, 2011

Cumartesi, Mart 05, 2011

sevemedim ben bugünü

biri için bir şeyler yaparsın, uğraşırsın, didinirsin. e haliyle bir şeyler de beklersin. o ise susar. tek söz etmez. kılını kıpırdatmaz. öküz gibi bakar yüzüne. gülsem mi ağlasam mı diye düşünürsün. ne yapacağına karar veremezsin. tek başına kalmak istersin. sonra bloguna girersin. yazarsın, yazamazsın. başın döner, miden bulanır. koşup tuvalete kusarsın.

Çarşamba, Mart 02, 2011

*yasak

fazla söze ne hacet.